Gezegenimizin içerisinde tüm zaman dönemlerine ait inançlar ve olasılıklar var. İnanç sistemleri önce kendi gerçeklerini yaratıyor ve sonra getiriler olarak gerçeklerin sunduklarına inanıyor.
Hiçbiri yok sayılamaz ve hepsi yok sayılabilir.
Gözlerimizi kapattığımız zaman sadece inandıklarımız var. Bizim olduğu gibi tanıdığımız veya tanımadığımız 7 milyar insanın gözlerini kapattığını düşündüğümüz zaman hepsinin inancı olduğunu görürüz. Hiçbiri bu yüzden yok sayılamaz.
Kendimize inanmak dışında yapabileceğimiz bir şey olmadığını düşünürsek, diğerleri yok sayılabilir. Hepsi yok sayılabilir bu yüzdendir.
Bence inançsız olduğunu düşündüğümüz birisinin dahi inancı budur. İnanmamak.
Her inanç kendi gerçeklerini yaratabilir ve her insan bu gerçeğin içerisinde kendini savunabilir. Örneğin Hinduların kendi inanışları içerisinde benimsenmiş şekilde tasavvur ettikleri kendi "cennet ve cehennem" versiyonunu bulabiliriz.
Şu konuda hepimizin varacağı mutabakat kişilerin anlayışlarını geliştirdikçe, inançların içerisindeki mesajın aslında aynı olduğunu görmeleri olacaktır. Sonunda insanlar, kişilik ve ihtiyaçları fazlalaştığı zaman, inanış biçimlerini sorgulayabilirler.
Kişiler öncelikli olarak saflaştırılmış duygular ile değil beklentilerle bu durumun içerisine girdikleri zaman, sorgulamaya düşmeleri normaldir. Bu sorgulama sonucunda başkalarının onlara sunduğu senaryoları yıkmaya başlarlar. Sorgulama gerçeği aydınlatmak için bir başlangıçtır.
Ödül fikri gerçeğin içerisindeki bir fantezi olmaktan çıkartılmalıdır. Bu sorgulama gereklidir. Sorgulama olmazsa çoğu arınma, ödül ve getiri kişiler için enerjik tuzaklara dönüşebilir. Onlar için bulunması gereken yerler sorgulama ile ortaya çıkacaktır.
Hepimiz bir oyun içerisindeyiz. Bazen söylemlerimiz, inançlarımız, inançsızlıklarımız ile kendimizi karşımıza alıyoruz. Her oyuncunun oyunun içerisinde kendi gereksinimleri var. Bu oyun kimi zaman irade üzerine, kimi zaman acı çekme üzerine, kimi zaman şefkat üzerine olabiliyor.
Her şeyi bilme şansımız yok ama kendi doğrularımıza inanmaya da bir şans diyemeyiz. Seçim.
Kaynak planları ve sonsuz enerjiyi sağlar. Yüksek benlikler ise türevleridir. Kendi ölümsüzlüğün ile yüzleşmek için önce "Kaynak", sonra "Yüksek Benlik" iyice anlaşılmalıdır.
İnançlar birçok olasılık yaratmıştır. Bu olasılıkların içerisinde morfik alanlar oluşturarak kendi doğrularımızın getirisi olan inançlara adandık.
İlk kabilelerden bugüne kadar gelen en ilkel içgüdülerden birisi "inanç"tır. Onlar bir cennete gideceğini düşünürken, bizler yine aynı inanca sahibiz. Arada tabii ki de farklar var. Bu yüzden bence her inanış biçimi kendi "Astral Cennet" fikrini oluşturuyor.
Etrafımıza ışık demetleri saçıyoruz. Bu bir yüksek seviyeli farkındalıktır. Birbirimizi hazırlıksız yakalamanın yollarını aramak, birbirimize söylemlerle kabul görme işlemleri uygulamak ve manipüle etmek bile bir oyunun parçası oluyor.
Hepimiz muazzam veri bankalarıyız ama birbirimizle uğraşmaktan öteye gidemiyoruz. Çünkü dünya üzerinde bize inanmayan insanlar olmasını kabullenemiyoruz. Hepimiz ikna etmek üzerine yaşıyoruz. Bu da dışarıdan içeriye yaşadığımızın göstergesidir.
Deneyimlerimizi görmemek için can atarken, bu deneyimlerle birlikte yüksek benliğimize doğru geri çekiliyoruz. Zaman geçiyor. Çok çeşitliyiz. Hepimiz kendimizi, görüntümüzü farklı addetmekteyiz. Bu çeşitlilik içinde aslında birlik halinde olduğumuzu ne zaman fark edeceğiz?
İstediğim zaman yürürüm. İstersem hoş karşılanır veya doğru anlaşılabilirim. İstersem hoş tutum sergilerim ya da sert çıkabilirim. Arkadaşlıklar kurar, mutlu olur, ağaçlar dikerim. Ancak kibar değilim. Tüm istediklerimi yaparken, neden bir insanın doğrularını kabul edemiyorum?
Değiştirmek için çabalamak, kendini kaybetmekten öteye gitmiyor. Huzur, kabullenmek demektir. Dinlemek, kabullenmek ile gelir. Ve huzurluysanız, çevrenin huzuru artacaktır. Bu da sizi "boşluk" haline getirir. Boşluktan korkan canlılar olarak, huzurdan korkmamak ne garip değil mi?
Ama "boşluk" hep aradığımız "anda kalmak"tır.
Başkasının doğrularına inanmak yerine kendi yanlışlarına bağlı yaşayan insanların bir gün doğruyu bulduğunu gördüm. Başkalarının doğrularına inanma deneyimi, bana bir başkasının beni kendisine kelepçelediğini düşündürtüyor.
Yanlışları ondan, doğruları ondan inanmak ve denilene göre hareket etmek kadar büyük bir hapishane var mı?
Kendimiz okuyup, kendimiz görüp, kendimiz deneyimlediğimiz zaman daha zevkli ve anlaşılır olacaktır. Bir filmi izlemek ile bir filmin size anlatılması arasındaki farkı görmenizi temenni ediyorum.
Sonsuz bir enerji denizin içerisindeki dalgaların sürekliliği ile kıyıya ulaşmaya çabalıyoruz. Ancak bizi yöneten ruhumuz mu yoksa egomuz mu? Kafanızı kaldırıp ne tarafa doğru yüzdüğünüzü göremiyorsanız belki de kıyıya yüzmüyor, açılıyorsunuzdur.
Hepimiz altından gökyüzüne serilmiş yıldızlarız. Ve ışığımız denize vurdukça yakamoz bize hep yolumuzu gösterecek. Kafanızı kaldırıp bakmanız dileğiyle... Sevgilerimle...